Sayfalar

ღ Hoşgeldiniz ღ

20 Eylül 2014 Cumartesi

Susadıkça Susmak

Aşkı kimden öğrendiniz? Ya da şöyle sorayım duyduğunuz bildiğiniz en büyük aşıklar kimler? Ben şöyle aklıma gelen 2 - 3 tanesini söyleyeyim.

Romeo ve Juliet vardı mesela... Birbirine düşman iki ailenin gizli aşıkları. Evlenirler fakat Romeo arkadaşını öldüren ve aynı zamanda Juliet'in kuzeni olan Tybalt'ı öldürüp sürülür. İşgüzar bir pederin yaptığı plan üzerine Juliet ölü taklidi yapar. Hikâyenin sonunda Romeo öldü zannettiği Juliet olmadan yaşayamayacağını düşünür ve intihar eder. Ve aslında ölmemiş olan Juliet de uyandığında ölsünü gördüğü sevdiğinin peşinden gitmek için alır canını...

Ferhat ile Şirin vardı hani... Ferhat Şirin'e aşık olur ve onu Amasya Sultanı olan abisinden istetir. Kardeşini vermek istemeyen Sultan, şehre suyu getir; kardeşimi sana vereyim, der. Tabi gözü korkmaz Ferhat'ın. Dağları delmeye başlar. İşin gidişatından rahatsız olan Sultan, Ferhat'ı kandırması için birini gönderir. Yalancı elçi, Ferhat'a Şirin'in öldüğünü söyler. Bu acıya dayanamayan Ferhat elindeki aleti kafasına vurarak canını alır. Haberi alan Şirin koşar Ferhat'ına yetişmeye ama nafile. Ferhat'ın cansız bedenini gören Şirin, kendini kayalıklardan aşağı bırakır ve canından olur...

Leyla ile Mecnun vardı bir de... Daha ilk okulda birbirine tutulan iki genç. Leyla'nın annesi bu aşkı istemez ve Leyla'yı okuldan alır. Mecnun'u görmesini yasaklar. Mecnun çektiği aşk acısıyla çöllere düşer. Onu görenler, bu aşktan vazgeçmesini ve Leyla'yı unutmasını ister. Babası bile böyle düşünmektedir. Ama hiç kimse ve hiçbir düşünce vazgeçiremez Mecnun'u bu aşktan. Ardından zorla Leyla'yı da evlendirirler. Leyla'nın uydurduğu bir yalan üzerine kocası hayatını kaybeder. Bunu fırsat bilen Leyla Mecnun'un peşinden gider. Nihayet bulduğunda ise Mecnun, hayatının aşkını tanımaz ve " Leyla benim içimde yaşıyor. Sen kimsin? " diyerek yanından gönderir. Bir süre sonra Leyla da hayata gözlerini yumar. Leyla'nın ölüm haberini alan Mecnun mezarının başına giderek, Allah'a canını alması için yalvarır. Duası kabul olan Mecnun, akabinde ayrılır fani dünyadan...

İşte bize aşk, aşık olmak bu ve böyle büyük insanlar tarafından öğretildi. İki aşık insan bugün bile kendilerini onlarla kıyaslar. Hatta bazısı onların adlarıyla hitap eder birbirine... Çok büyük insanlardı kuşkusuz. Su götürmez bir gerçek bu. Yalnız aşklarından o kadar emin olamıyorum. " Büyük " aşkları tamamen şehir efsanesi benim için...

 Sorarım size, bugün Boğaz Köprüsü'ne çıkıp kendini aşağı bırakan ya da farklı bir şekilde canına kıyan liseli bir aşıktan ne farkları var? Küçümsediğimi düşünmeyin. Lisesi aşık, diye adlandırdığım insanların birçoğu bile karşılıksız aşklarını yıllarca içinde tutuyor. Asla elde edemeyeceği düşünse bile vazgeçmiyor sevmekten ve yaşamaktan. Pes etmiyor ya da savaşmıyor, bekliyor...

Bir aşık için dağları demek, çöllere düşmek, köprüden atlamak, canını alması için Allah'a yalvarmak, canını vermek... ve daha bunlar gibi milyonlarca şeyi yapmak zor değil. Bir kere aşık olduysanız anlarsınız ne demek istediğimi. Gerçekten büyük mesele değil... Lakin susmak öyle mi? Her yiğidin harcı mı? Siz susabilir miydiniz mesela?

Nasıl bir şeydir bilir misiniz susmak; her gün onun ruhu bile duymadan, onla uyumak ve her sabah ona uyanmak gibidir biraz.. Ellerin olan ellerin hayalini kurabilmektir sadece... Alabildiğine karanlık bir odada, evrenin en parlak yıldızını saklamaya çalışmak gibi...
Değerli, kelimesinin bütün dillerdeki karşılığı olan bir şeyi rastgele seçilmiş bir kutuya kitleyip; anahtarını dipsiz bir kuyuya atmak gibidir... Bir uçurumdan düşerken, bağırmamak gibidir... Bir ömrü 5 duyu organından yoksun yaşamak gibi... İki kişilik nefes alıp, tek kişilik vermeye fazlasıyla benzer...

Evet onlar aşkı için canını verdi. Peki sorarım size, susabilirler miydi?

9 Eylül 2014 Salı

Eros

Yunan mitolojisinde Eros diye bir adam vardır bilir misiniz? Sözde tanrı olan, elinde yayla bütün gün ordan oraya yarı çıplak dolaşan bir arkadaş. Sözde dediğime bakmayın. Hakkında söylenenlerin neredeyse her kelimesi doğrudur. Bu adamı duyduysanız eğer, hikayeyi de bilirsiniz... Bilmediğinizi varsayarak tek bir cümlede özetleyecek olursam, Eros insanlara ok fırlatarak onları birbirine aşık ederdi. Bu yüzden de Yunanlılarca Aşk Tanrısı olarak adlandırılır... Benim deli ya da çıldırmış olduğumu düşünebilirsiniz fakat, tanrı olması şaklabanlığını bir kenara bırakırsak, Eros'un varlığına yürekten inanıyorum. Siz de düşünün bir kere, ardından bana yine deli diyebilirsiniz...

En olmadık zamanda O'nu görüp,en olmayacak duyguları ve hayalleri yeşertiriz içimizde. Bilmem kaç milyon yıldır ayın etrafında dönen dünyayı 3 dakikada O'nun etrafında döndüğüne inanırız ve gerekirse bunu yaparız... 2+2 4 değil, O olur bizim için. Gün, güneş doğunca değil; O uyanınca aydınlanır. Kendi senaryomuzda rolümüzü unutur, O'nu başrol yaparız. Solunum esnasında vücuda giren oksijenin eksikliğinde değil, O'nunla aynı havayı solumadığımız zamanlarda nefessiz kalırız. Sırf O'nun gözünde gördüğümüz için severiz bazı şeyleri ve sırf O gülümsediği için güzel gelir yaşamak... Resmen kalbimizi yerinden çıkarıp, O'nun ellerine bırakırız. Var mı ötesi? Bu saydıklarımın eksiği vardır, fazlası yoktur. Bilen, bilir...

Çok şey istemiyorum sizden, sadece düşünün. Bütün yaptıklarımızı bir ele alın. Gözden geçirin. Ne kadar sağlıklı O'nun uğruna yaptıklarımız? Ya da hiç mantık var mı bu eylemlerde? Siz söyleyin, akıllı adam işi mi şunlar? Ortada bir kan kaybı, bir can kaybı olmasa yapılır mı? Daha bunlar işin iyi kısımları bir de. Daha o okun, çıkarılışı var. O okun bedende ve ruhta bıraktığı çapı küçük, sızısı kocaman boşluklar var. O boşluktan dışarı akan sonsuz miktarda kan var, can var... Onlara değinmiyorum bile.

Şimdi bana istediğiniz şekilde hitap edebilirsiniz. Ne olduğu ya da nasıl olduğu size kalmış. Ama hiç biriniz bana Eros'un var olmadığını söyleyemezsiniz...


10 Haziran 2014 Salı

Haziran


Oldum olası sevmem yazları. Hep bir hüzün barındırır, o " sıcak " güneşinde. Hep bir ayrılık taşır, o " tatlı " rüzgarları... Sözde tatil mevsimidir yaz, ama bu kocaman bir yalan.
Olsa olsa ayrılık mevsimi, özlem mevsimi olur yazdan. Kimini sevdiğinden ayırır, kimi eşinden, kimini dostundan... Kimden ya da neyden bilemem, ama illa ki ayırır. Hele o Haziran yok mu,
o Haziran... Bütün ayrılıkların başlangıcıdır! Hatırlayın, daha minicikken; henüz mavi önlükle okul sıralarında otururken, birden ayırmaz mıydı bizi oyun arkadaşlarımızdan? Minicik 
omuzlarımıza, kocaman yükler koymaz mıydı?

             

Hani bir filmde diyor ya Edward Norton; bir tümörüm olsa, adını Marla koyardım... İşte benim Marla'm da Haziran. Ama bence bir tümörle kısıtlanmamalı, elimde olsa bugüne kadar
düşen her uçağın adını Haziran koyardım. Kaza yapan her bir aracın, tarlalara dadanan her bir böceğin, bir insanın kalbini kıran herkesin ve her şeyin, yaşanmış ve yaşanacak olan her bir
doğal afetin, insan kulağını tırmalayan her bir sesin ve daha milyonlarca sevimsiz şeyin adı Haziran olurdu. Hatta TDK'ye başvuru yapar, " Sevimsiz " kelimesini ve daha nicesini değiştirirdim.
Hepsini tek bir kelime altında toplardım, Haziran! 



Saydığım her şeyi ve hatta çok daha fazlasını yapsam, yine yetmez. Yine dinmez öfkem ve yine ödeşmiş sayılamayız O'nunla... Bizden aldıklarının, benden çaldıklarının yanında; bu ne ki?
Tecavüze uğramış bir kadına, merak etme; o artık parmaklıklar ardında, demek gibi bir şey bu...